27 Ekim 2011 Perşembe

Daaabdübdü...!

Efendim, Denizcik artık iyice büyüdü. Yarım yamalak cümleler kuruyor, istediklerini söylüyor, istemediklerini üstüne basa basa belirtiyor. Kızdırıyor, sevindiriyor, öpüyor, kokluyor. Bir yandan da şaka yapıyor.

Evet, şaka yapıyor. Belirgin bir mizah duygusu oluşmaya başladı. İşte size birkaç örnek;

Denizcik halıda oturup küpleriyle oynamaktadır. Ben de "bu çanta da ne kadar ağır canım..!" refleksi ile sabah çıkarayak masanın üzerine boca ettiğim çantamı toparlamaya çalışıyorum. Bir anda minnoşun bana sesleneceği tuttu;
- Babaa..!
- Efendim Denizcim?
- Gel..!
- Geliyorum birazdan canım, bak çantamı toparlıyorum.
- Gel gel..! Otur... Yanıma...
- Dur iki dakika Denizcim, bak işim var, görüyorsun.
- Gel.. Otur... Yanıma... Konuşcam...
-....
- Konuşcam... Önemli...!!
- ????
2 yaşını henüz bitirmiş bir vatandaşın benimle önemli ne konuşacağını cidden çok merak ettim. O kadar da ciddi söylüyor ki, herhalde, dedim kendi kendime, gündüz olan bir olayı anlatacak. Bıraktım işimi, gittim oturdum yanına.

- (Merak içinde) Geldim çocuğum. Ne vardı?
- DAAABDÜBDÜ...! Nihehehe...! :-D
-.!!!!???
Evet, bildiniz..! "Dabdübdü", Deniz'in şaka sözcüğü. Birine şaka yapmak istediğinde böyle söylüyor! Örneğin parkta birileri başını okşayıp adını mı soruyor? Cevap hemen hazır: "Daabdübdü..!" Sizden birşey istedi, ne olduğunu anlamadınız mı? Cevap yine "daabdübdü.." :-)

Hepimizin ismini biliyor. Babaabubası (büyükbabası) "Haşan", dedesi "Eröl", eniştesi "İtim" (Etem), ablası "Defnoş", yeğeni "Beroş", annesi "Evil". 99% doğru tutturuyor. Eh, Erol'a Eröl, Hasan'a Haşan, Etem'e İtim, Elif's Evil demesi makul yanlışlıklar sayılabilir.

Geçenlerde parka gitmiş, çok tatlı bir kızla tanışmış, beraber oynamışlar. Kızcığın ismi de tesadüf "Elif" imiş. Pek bir hoşuna gitmiş. Bunun üzerine annem, Deniz ve benim aramda geçen konuşma:
Annem: Deniz bugün çok tatlı bir arkadaş edindi. Neydi oğlum arkadaşının adı?
Deniz: Elif.. arkadaşımın... adı..
Annem: Ne dedin sen arkadaşına?
Deniz: Annemin.. adı da.. Elif... dedim... ben.. ona...
Başar: Aaaa, ne güzel. Bak, annenin adıyla aynı. Neydi annenin adı bakiim?
Deniz: (Muzur bir gülümseme ile) EVİL..! :-D
Sen bizi güldürüyorsun, Allah da seni güldürsün be yavrum.. :-)

12 Eylül 2011 Pazartesi

Gidiyom...

Deniz paşa iyiden bir dilli düdük oldu çıktı. Yeni kelimeler öğrendikçe, ufak ufak cümleler kurmaya başladıkça daha da holuna gitmiş olacak ki, sürekli bir iletişim halinde. Harika..!

Harika, harika olmasına da, bunu yapan 2 yaşını yeni bitirmiş, kişiliğini oturtmaya ve kendini kabul ettirmeye çalışan bir vatandaş olunca, haliyle iş ilginçleşiyor;

Deniz: Gidiyom....! (Ayağa kalkılmış, bir parmak herhangi bir yönü göstermekte.)
Başar: Oğlum, ne güzel boya yapıyoruz şurada, nereye gidiyorsun?
Deniz: Gidiyom...! (Bir adım öne atılmış durumda, el yine aynı.)
Başar: Sıkıldın mı? Gel istersen biraz tamirat yapalım? Ne dersin?
Deniz: Gidiyooom..! (Hafif sinirlenilmiş)
Başar: E tamam o zaman, sen bilirsin, git.
Deniz: (Boynu bükük -istenmiyor ya- kırık bir ses tonu, gözde yarım damla yaş) Gidiyooom..! 
Ah Denizim ah..! Tek derdin, tek ağlama sebebin bu olsun be paşam..!.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

İyi ki doğmuşsun/iyi ki doğurmuşum boncuk bebek...

33 yıl boyunca bebeklere ne ilgim ne de onlarla bir paylaşımım oldu. Bebekleri/çocukları tanımazdım, hele kız çocuklarından iyice korkardım (hala korkuyorum :) - sanırım bunda Murathan Mungan'ın Yüksek Topuklar romanının da etkisi vardır.

Ancak 2008 yılında içimde bir kıpırdanma oldu - hormonlarım harekete geçti, beynimi esir aldı ve vücudumun bebek sahibi olmak istediğini hissettim. O andan itibaren herşey değişti, hele yavrumun içimde büyümekte olduğunu öğrendiğim 2009 yılbaşı akşamından sonra bütün endişelerden, bütün korkulardan arındım, herşeyi olduğu gibi kabullendim, hiçbirşeye itiraz etmedim - hayatında pek doktor yüzü görmemiş olan ben artık her ay doktora gider, pek de sempatik olmayan tahlil/ultrason gibi işlemleri yaptırır bir insana dönüştüm. Mümkün olduğunca sağlıklı beslendim, inleyerek her akşam, kan şurubu/balık yağı/multi vitamin içtim, hiçbir kültür/sanat etkinliğinden - kızlar partisinden eksik kalmadım, işime hiç aksatmadan gitmeye devam ettim, sürekli yürüdüm, göbeğimin üstüne koyup tuğla kalınlığında romanlar okudum, çirkinlere bakmadım, erkek olacağını öğrenince masaüstüme Lost'tan Sawyer'ın fotoğrafını iliştirdim, internetten mantık bulmacaları indirdim-oğlumun zekasını bu yolla geliştirebileceğime inandım :) Hiçbirşeyden şikayet etmedim ta ki 7.ayda herşeye hüngür şakır ağlamaya başlayana dek... En büyük sorunum bu oldu.. Bir de normal kadınlar gibi çilek-üzüm-incir gibi şeylere değil BİRA'ya aşerdim; markette içinde bira olan alışveriş sepetlerinin peşinden gittim büyülenmiş gibi... Bir de Roma dondurmasına; Başar beni taaa Arnavutköy'deki Grandola'ya götürdü. Bir şekilde oğlumla daha o zamandan bir uzlaşma içine girdik, ben anneliğin gereklerini yerine getirdim, o da sorun çıkarmayarak beni güncel zevklerimden, sanatsal keyiflerimden ayrı bırakmadı.

2 yıldır biz anne-oğul aynı uzlaşma içinde devam etmeye çalışıyoruz, ben işe gidiyorum - o beni bekliyor... O bizimle daha çok zaman geçirebilmek için erken kalkmak istiyor, ben de itiraz etmeden kalkıyorum. Eskisi kadar çok gezip tozamıyoruz ama bir şekilde Deniz'in de sevebileceği kişilerle görüşüyor, eğlenebileceği yerlere gidiyoruz. Gezme saatlerimizi onun uyku zamanlarına göre ayarlıyoruz, o da uyuyarak bize başbaşa geçirecek zaman bırakıyor. Huyumu bildiği için benimle azmayı değil kitap okumayı tercih ediyor; azmak için babasını ve anneannesini bekliyor. Ben de onunla parka gidiyor, hiç tanımadığım kişilerle sohbet ediyor, kitapçıların çocuk bölümünde yavrumun seveceği kitaplar arıyorum.

Bir anne için en güzel şey yavrusunun sağlıkla-mutlulukla-keyifle büyüdüğünü, geliştiğini görmekmiş... 2 yılda ne öğrendin diye sorarsanız benim yanıtım budur.

Bir de "ANNEMMMM" dünyanın en güzel sözcüğüymüş...

17 Ağustos 2011 Çarşamba

...ve Deniz 2 yaşında...

Denizcik hayatımıza gireli aslında 2 yıldan fazla oldu. Annesinin karnında bile hayatımızı etkilemeye başlamıştı. Ama kendisi ile bizzat tanışmamız, sıcak bir Ağustos günü, 17 Ağustos 2009'da oldu. Çoğunluğun deprem kayıplarını hatırladığı ve hüzünlendiği gün, bizim sevincimiz oldu. Hayat çok garip.

Son 2 yıla dönüp baktığımda, Deniz'in hayatımızı kökten değiştirdiğini görüyorum. Önceleri anne-babasına birebir muhtaç ve çaresiz iken artık koca bir adam oldu. Ağladığında nesi olduğunu anlamaya çalışıyorduk, artık acıktığını, üşüdüğünü, terlediğini, uykusunun geldiğini söylüyor. Tam bir iletişim bebeği oldu. Sadece bizle de değil, sokakta, lokantada, plajda, parkta, her yerde herkesle iletişim halinde ve sürekli bir şeyler öğreniyor, kendini geliştiriyor. Dedikodu da yapmıyor değil; geçenlerde şu konuşma geçti aramızda;
(anneannesinden alıp eve götürürken, arabada
Deniz: Aaalâdim
Başar: Aaa..? Neden oğlum?
Deniz: Kııvırcık.. Bıcı bıcı (anlıyoruz ki anneannesi altını yıkamış, bu da ağlamış)
Başar: Oğlum, ne var ağlayacak. Bak, ne güzel mis gibi olmuşsun.
Deniz: (oldukça içli bir sesle, başı hafif yana yatmış şekilde) Aaalâdim..
Artık eve alışveriş yaparken daha dikkatli yapıyorum. İçinde katkı maddesi olan şeyleri almıyorum. Mutlaka meyve, sebze, vs. olsun istiyorum. Bıçak, çatal, cam, vbg. eşyaları biryerlere koyarken Deniz'in ulaşamayacağı yerlere koyuyorum. Bir önceki yazımda bahsettiğim ritüelik eşyaları ortalarda bırakmamaya çalışıyorum. Artık hayatımızı Deniz'e göre şekillendiriyoruz. Bu da bir dönem ve sanıyorum bizim ufaklık yuvadan uçana kadar da böyle gidecek. (Anne-babalarımızı düşünüyorum da, sanırım evlenip gitse de değişmeyecek.)

Velhasıl, ben Deniz'i tanıdığıma memnunum. İnkâr etmiyorum, bazen beni cidden çıldırtıyor. Ama biliyorum ki çıldırtması bana garezinden değil, kişiliğini oturtmaya çalışmasından ileri geliyor. Ayakkabısını giymek istemeyecek, üzerindekileri çıkarmak isteyecek, vs. vs. Ama nihayetinde sabah kalktığında pamuk şeker edasıyla gelip sarılıp öptü mü unutuyor insan. (Şeytan tüyü var, hemen bir yolunu bulup insanı gülümsetiyor.)

Doğum günün kutlu olsun Denizcik..! Umarım hayat sana hep bu ilk iki yıldaki kadar bonkör davranır ve çevrendekiler hep böyle sevgi dolu yaklaşırlar sana. Hayat senin gördüğün kadar toz pembe değil; tek dileğim öyle olmadığını büyüdükten sonra, bu gerçeği kaldırmaya hazır olduğunda anlaman.

2 yaş hediyesi: Cem Karaca'dan "Bu Son Olsun"


13 Temmuz 2011 Çarşamba

Ritüeller...

Herkesin alışkanlıkları vardır. Kimi alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlıdır, vazgeçemez. Kimisi içinse bazı şeyler alışkanlık yapmaya başladığı anda değiştirilmelidirler. Kişilik özelliğine göre değişir bu karar.

2 yaşının arifesinde bir bebeğiniz var ise bu durum bazen komik bazen de acıklı bir hal alır. "Alışkanlık" kavramı biraz "saplantı" biraz da "değişim korkusu" ile tanımlanmaya başlar. Kendinizi bir anda bu saplantıların yokluğuna tahammül edemeyen bebeğinizin ritüellerini yerine getirmek için çabalarken bulabilirsiniz. :-)

İşte bizim minik Deniz'in bazı alışkanlıkları ve ritüelleri;
Yatma ve Uyuma
Akşam veya gündüz farketmez. Salonda oynarken bir adet meme kendi görebileceği bir yere bırakılır. Memeyi gören Deniz, ağzına alır ve meraklı gözlerle bakarak "Battiş?" diye sorar. "Acaba nerede ki bu battiş?" sorusu ile odasına yönelen Deniz, odada battişlerinin yerli yerinde durduğunu görünce rahatlar. Elif'in artık alt değiştirme masası olarak kullanılmakta olan çizim masasının üzerine iki adet battişi ile oturtulan Deniz tekrar sorar: "Bambam?" Artık alt değiştirilip pijama giyme vakti gelmiştir. İşlem devam ederken Deniz'in sorduğu Bambam (ayısı) ve Tarçın (köpeği) tedarik edilir. Akşam ise ben şortunu giydirirken Elif koltuğa yatar ve ben "Ay Eliif, benim çok gözüm yandı," derim. Elif "Benim de," der. Deniz de iştirak eder buna; "şenin". Gözlerimizin yanmasını geçirmek üzere ışık kapanır. Deniz'i annesinin yanına koyarken Deniz," Şüt?" der. Ben de "ben oğluma bir süt alayım," der odadan çıkarım. Deniz ise arkamdan seslenir; "Bakkala..! Bakkala..!" 
Uyanma ve Teslimat

Güzel bir gece geçirilmiş, tatlı tatlı uyunmuş, uyku alınmış ve uyanılmıştır. Seslenir bizimki; "Anneaeae...!" Elif evdeyse Elif yoksa ben açar kapısını girerim içeri. Bizimki mahmur gözlerle bakmakta ve yatağında oturmaktadır. Bizi görünce hemen yüzükoyun uzanır; "Kaşı..!" Bir güzel sırtını kaşıtan Deniz, o günkü ruh haline göre beni veya Elif'i süt ısıtmaya mutfağa yollar. Isıtılan süt bir kamış yardımı ile hüpletildikten sonra sıra naynaya gelmiştir; "Koş koş.. Nanayyy". Bizimkinin her sabah merakla izlediği "Koş Diego Koş" dizisi başlamak üzeredir. Dizi izlenirken alt değiştirilir ve artık Babaababa'sına (büyükbabası), döndön'üne (anneannesine, dönme dolaba götürdüğü için "döndön") veya anneannesi Avşa'da ise Etem'e (Elif'in imdada yetişen halası, eniştesi ve nenesi) gitmek üzere evden çıkılır. Merdivenler muhtalaka tek başına inilir, inilirken "abi" denilir, çünkü Deniz artık bir "abi" olmuştur. Eğer Üsküdar'a, anneannesine gidiyor ise yolda mutlaka "Kıtkıt..!" (baton sale) yenir ve "Vinç..!"lere bakılır. Üsküdar'a varıldığında ise arabamızı parketmek için evin önündeki masa-sandalye-soba satan dükkândakilere bize yer açmaları için bağırılır: "Adem..!" Babaaababasına gittiğinde "Dut..!" yemek ister ve babaaababası ile "Tiraş..!" olacaktır. "Etem..!"i ise ilk gördüğü zaman ilk lafı: "Ayuu..!" olur. Hayır, eniştesine ayı dememektedir, beraber oynadıkları ayı-hipopotam karışımı yaratığı hatırlatmaktadır; "Ayuu..!" :-)
Çevreyle İlişkiler

Henüz iki yaşında bile olmadı bizim Deniz, ama yine de bir çevresi var ve çevresi ile özel olarak paylaştığı bir takım oyunlar, kelimeler, vs. var. 
  • Babaababa (büyükbabası) ile traş olmak,
  • Babaannesi ile salıncakta sallanmak, "âlet" şarkısı söylemek,
  • Anneannesi ile "Papapa.." yapmak (Papatya Gibisin adlı tango ile dansetmek),
  • Kuzenim Dilek Abla ile "Löklök..!" yapmak (çölde giden dece oyunu),
  • Elif'in kuzeni Çağla ile top oynayıp "Goool..!" yapmak,
  • Abim ile birşeyler "Taaamir..!" etmek,
  • Yeğenlerim Defne ile aerobik yapıp dansetmek, Duygu ile "Bebebe..!" yapmak (kitap okumak),
  • Annemlerin apartman görevlisi Hayati'ye çöp vermek,
  • Annesi ile cevizli kurabiye yapan Sincap Sini oyunu oynamak ("Ceviz..!"),
  • Benimle makarna karıştırıp "Cizzz...!" köfte yapmak (evet, 23 aylık bebek eline spatula alıp ızgara köfte yapıyor..!)
Tüm bunlar elbette ki 23 aylık bir bebeğin takıntıları. Her gün bize yepyeni bir "Süprüüz..!" yapan Denizcik'in bazı alışkanlıkları değişiyor, bazıları unutuluyor ve yerine başka alışkanlıklar geliyor. Merakla bir insanın yetişmesini, kişiliğini oluşturmasını izliyorum. Bakalım, ileride alışkanlık bağımlısı mı olacak yoksa alışkanlık düşmanı mı? Umarım ikisi de olmaz da mutlu mesut yaşayıp gider. :-)  

12 Temmuz 2011 Salı

23.aydan annenin aklında kalan en güzel fotoğraflar

1) Deniz'in kendi "kitaplığından" beğendiği kitaba uzanarak minik elleriyle alması ve annesine getirip "oku,oku" demesi

2) Bir dilim karpuzu eline alıp kendisi yemesi, yanaklara bulaşan, kollardan akan pembe sular ve nefes aralarında duyulan "miş,miş" nidaları

3) Kafasında geniş kenarlı şapkası, ayağında sandaletleri ile parkta bir küçük Huckleberry Finn olarak koşturması

4) Sütü, suyu pipet (bizdeki adı alet) ile içerken "ohhh" çekişleri

5) Dün gece bu fotoğraflara bir yenisi eklendi: Çamaşırlıkta boyunun yetiştiği "ıslak" çamaşırları toplayıp çılgınca silkelerken "yardım,yardım" diyen cüce

5 Temmuz 2011 Salı

Baba Olmak..

Annelik kutsaldır.

Lafın gelişi olarak söylemiyorum. Gerçekten de, her ne kadar biz babaların çocuk yapmadaki rolü tartışılmaz bir gerçeklik ise de, hiç yoktan bir canlıyı var edebilme yetisine sahip olmak çok ama çok özel bir durum. Bir de üzerine hormonal olarak çocuklarına kol kanat germe içgüdüsü eklenince, edebiyatta "anne" temalı yaratımların bu derece fazla olmasına şaşmamak gerek.

Ama ben bir anne değilim, olmadım, olamayacağım da. Ben bir babayım. Kadınlar anne olmayı öğrenmiyor, hissediyorlar. Daha iyi bir anne olmak için uğraş verenler var, hiç oralı olmayanlar da. Ancak "baba" olmak içten gelen, hissedilen, hormonlar ile idare edilen bir kavram değil. Baba olmayı basbayağı öğreniyorsun.

Ben bu konuda oldukça şanslıyım. Önümde Hasan Alasya gibi bir baba örneği var. Babam, anne babası ayrılmış bir çocukluk geçirmiş. Ne yazık ki babası ile ilgili iyi düşüncelere sahip olamamış. Buna mukabil, babaannemin ikinci evliliğini yaptığı Reşat Bey o kadar düzgün ve o kadar babayani bir kişiymiş ki, babamla yarı baba-oğul yarı dayı-yeğen yarı abi-kardeş bir ilişkileri olmuş. Bizler "Reşat dede" deriz kendisine.

Niçin şanslı olduğuma gelince. Bu tür durumlar biraz tehlikelidir. Böyle zor bir çocukluk geçirmiş birinin kendi çocuklarına nasıl davranacağı bir muammadır. Benim babam, eksikliğini hissettiği şeyleri bizde tamamlama yoluna gitti. Herkesin babası çok iyidir mutlaka ama, benim babam biraz daha katmerli sanki. Kendine bir şey almaz, bize alır. Kendisi yorulur bizim için, bizi yormamak için elinden geleni yapar.

Babalık bilinen, içten gelen bir şey değil, öğrenilen birşeydir, dedim. Ne kadar şanslıyım ki harika bir öğretmenim var. Bilmeden o kadar çok şey öğrenmişim ki... Deniz'le iletişim içinde iken bazen babamla bizim aramızdaki iletişimi hatırlıyorum ve benzediğimi görmek hoşuma gidiyor. Bakalım, önümüzde uzun bir yol var. Umarım ben de babam gibi 80 yaşıma geldiğimde (6 Temmuz, babam 80 yaşında..!) Deniz de beni babamı sevdiğim kadar sevebilir, bunu başarabilirim. :-)

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Deniz'in 2 yıllık tuhaf (?) alışkanlıkları

*  (İlk 2 ay) TRT4 türkü programları eşliğinde uyuyarak jazz seven anneye eziyet :)

*  (İlk 6 ay) Kucakta değil pusette uyumak ama pusetin belli bir ritmde sallanması (hızlı-daha hızlı-yavaş) ve mümkünse halı/parke arasında inip çıkması - ayrıca uyurken başında şapka istemesi ve bu şapka nedeniyle anneannesinin "Çanakkale içindeee vurdulaaaar beniiii" benzetmesine esin kaynağı olması

*  Her zaman uykuyu yemeğe tercih etmesi (bkz Şenel ailesinin geri kalan üyeleri) ve bu nedenle doğumdan 4 gün sonra çıkan sarılık nedeniyle yeniden hastaneye yatmamız

*  Kitapları severek gönülleri fethediş ama Pamuk Prenses masalında hep aynı sayfanın okunmasını istemesi (prenses beline taktığı kemer nedeniyle bayılmıştır, cüceler çevresini sarmıştır) yine aynı masal sayesinde genç yaşlı tüm "prensesleri" öperek uyandırması

*  Hansel Gretel'de cadıyı seven, öpen tek bebek olması

*  (8 ay - 1 yaş arası) Hünnap adında kimsenin bilmediği bir meyvayı sevmesi

*  (1 yaş-1,5 yaş arası) National Geographic'in bir sayısındaki "kurukafalar"a tutku derecesinde bağlılık ve sayfanın her açılışında kurukafayı öpmek

* (1,5 - 2 yaş arası) Örme battaniyelere (iki adet) olan tutkusu, uyuduğu her eve örme battaniye bırakılması, yaz-kış demeden onlara sarılıp uyuması ve yıkanan birinin bile yokluğuna katlanamaması (öbürrr, öbürrr!)

*  (1,5 - 2 yaş arası) Her türlü elektrikli ev aletine (gıngın) olan düşkünlüğü (özellikle elektrik süpürgesi) ve gittiği her evin defalarca süpürülerek parlaması

* (20 - 24 ay arası) TRT Çocuk'ta her akşam yayınlanan iç uyutucu ve sıkıcı (basit çizimler eşliğinde toplam 5 ninni her akşam dönüşümlü olarak yayınlanıyor) ninni programına bağımlılık (bunu geçmişten gelen türkü alışkanlığına bağlamak mümkün) ve bunu günün her saatinde izleme isteği

Denizcik'e Merhaba.. :-)

Ağustos 2009'da Denizcik bize "merhaba" dedi. Önceleri insan benzeri bir organizmaydı. Memesini emiyor, altını dolduruyor ve uyuyordu. Tabii insan seviyor şirinciği ama, sadece şirin olduğu için.

İlk 1 - 1,5 ay sağolsun hafta içi Elif'in annesi "Kıvırcık" bizde kaldı ve sudan çıkmış balığa dönmüş bize çok yardım etti. Gündüzleri ufaklık uyusun diye radyo açıyorlar, ninni gibi geliyor haliyle. Hafta sonları biz açıyoruz radyoyu, uyumuyor. Hafta içi radyoyla mışıl mışıl uyuyan bebekte, hafta sonu tık yok! Sonradan farkettik ki hafta içi açılan radyo TRT ve çalan müzik de uzun havalar, türküler.. 1 aylık bebeğin müzik zevki olduğunu da böylece öğrenmiş olduk!

Her şey bizim ufaklığın müzik ayırdettiğini öğrenmemizle başladı. Her geçen gün bu seçimlere yenisi eklendi Gün be gün bir insanın karakterinin nasıl oluştuğunu gözlemliyoruz. Bizimki artık yemek seçiyor, neler giymek istediğini söylüyor, annesine ve bana işten gelirken neler getirmemiz gerektiği siparişini veriyor: Süt, bal, nar, hünnap (Evet, hünnap..!) Belirli bir mizah anlayışı var örneğin. Tepki veriyor, sinirlenince bağırıyor, özledi mi sarılıp öpüyor. Anlamaya çalışıyor, anlatmaya çalışıyor. Gerçekten de, bebek sevmenin ötesinde, bir insan yavrusunun büyümesini, gelişmesini, kendi dertleri ile savaşmasını, kendisine bir sosyal çevre oluşturmasını izlemek çok eğlenceli ve harika bir şey. Bir bebeğe bakmak, yetiştirmek zor mu? Zor. Hem de çok zor. Tüm hayatınızı kökünden değiştiren bir şey. Ama bu macerayı izlemek de çok zevkli.

Yine de geri dönüşü olmayan bir yol, çocuk isteyenler her iki tarafını iyi düşünüp tartmalı, öyle çocuk yapmalı. Yoksa çocuğa da yazık olur, anne babaya da.

Tatlım benim! :-)